
Sıkı sıkıya tutunduğum değerlerim ve doğrularım, ilişkide bulunduğum diğer varlıkların değerlerini ve doğrularını görmeme engel olduğunda benim için şiddetsiz olan iletişim yöntemi diğer varlık için şiddetli olabilir. Sufilere göre şiddetsiz iletişim, muhatabımın kendine has dilini ve ihtiyaçlarını o anın gerektirdiği koşullar çerçevesinde ona aynalayabilmemi sağlar. Aynalayabilmek için kendi aynamı olabildiğince parlatmam gerekir. Burada bahsettiğimiz şey kendinde olanı karşıya projekte etmenin tam tersidir.
Tasavvuf kültüründe aynayı parlatmaktan maksat nedir?
Kendimi kendimden ne kadar kurtarabilirsem o denli muhatabımı anlayabilir ve o denli anlaşılabilirim. Anlaşıldığımda da kendimi otomatik olarak anlamış olurum. Sufiler “Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadisini çok söylerler bu yüzden.
Kendini kendinden kurtarmak da ne demek? Kendini geri plana atmak mı, başkalarını merkeze almak mı? Kendini değersizleştirmek mi?
Kendim dediğim şey ne?
Tasavvuf geleneğine göre etrafımızda gördüğümüz ve şahitlik ettiğimiz hiçbir şeyin kendine ait bir varlığı yoktur çünkü tasavvuf birlik ilkesini temel alır. Sadece bir tek Var oluş vardır o da Kutsal olandır. Diğer görüntülerin hepsi bu Tek Kutsal Varlığın mertebe mertebe, farklı formlarda açılımlarıdır. Bu açılımların, Kendisine şahitlik etmeyi irade eden Kutsalın aynalarıdır. Bu aynalar vasıtasıyla kendine şahitlik eder Kutsal. “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi (sevilmeyi) istedim, bu yüzden alemleri yarattım.” der. Yaratım denilen bu her an gerçekleşen açılımların doğası bu yüzden merak ve aşktır. Bu iki unsur şahitliğin olmazsa olmazlarıdır.
Eğer benim kendime ait bir varlığım yok ise gerçekten olduğum şeye, hakiki özüme kavuşmaktır tasavvufi yolculuğun özü. Bu da kendim dediğim sahte kimliklerden, sıfatlardan, mülkiyet duygusundan ve gölgelerden sıyrılıp olduğum hale, doğal halime dönmektir. Sufilere göre öz dediğimiz şey sadece kişisel benliğimiz değil. Benin de ötesinde bir parçası olduğum o kolektif kaynak. Bu kaynak her an canlı ve her an ölüyor. Bu varlığın parçası olarak bende açılanlar ve bu varlığın parçası olan tüm diğer canlılar da aslında bu kaynağın farklı açılımları. Ben bir açılım, sen bir açılım. Bütün var oluş bir anda açılıp kapanıyor. Bu açılıp kapanma anında olan biteni nasıl algılayabilirim?
Şahitlik ile.
Özümden gelenlerle BENliğimden gelenleri ayırt edebilecek ve bunun muhasebesini yapabilecek hale geldiğimde aynam muhatabımın da özüne şahitlik edecek duruma geliyor.
Dahası, kendi BENliğimin sanrıları ile özümün ihtiyaçlarını birbirinden ayırt edebilme kapasitesini geliştirebilmem önemli.
Şahit tasavvufi sözlükte hazır bulunan, tanık olan ve gören anlamına gelir. Yukarıda bahsettiğimiz açılımların huzurunda hazır ve nazır olan tanıklık eder onlara. Öz olan da Kendisine, açılımları üzerinden şahitlik etmiyor mu? Tasavvufta, insanın kalbinde bulunan ve sürekli hatırlanan şeye de şahit denir çünkü huzurda bulunan ve özün açılımlarına temiz bir niyetle ve kalple tanıklık etme çabasında olanlar, hatırlamaya başlar. Tanıklık eden, hatırlar. Önce kendini, sonra özünü yani Kutsal olan O kaynağı.
Hafız şöyle demektedir:
Şarab, mum ve şahit aynı manadır
Her bir surette tecelli eden O’dur
O zaman böyle bir şahitliği pratik eden kişiye şehit denir. Şehid bildiğimiz anlamın yanı sıra tasavvuf kültüründe, müşahedeye yani şahitlik haline eren kişilere denir. Bunlar nerede ve nasıl olurlarsa olsun ve hangi surette tecelli ederse etsin (açılırsa açılsın) her yerde ve her şekilde Hakk’ı müşahede ederler. (457 tasavvuf terimleri ve deyimkeri sözlüğü)
Ayan gözüyle şahit de sensin meşhud da
Can kıblesinde secde eden de edilen de sensin
Adsız ve izsiz yolcu da maksat da sensin
Dilsiz ve kulaksız öven de sensin övülen de sensin
(Cami)