Lacan Yok Yere Âşık Olursa;  Hayâlî Bey Dîvanı’nın Vuslat İzleğinde Psikanalitik Tahlili


pink and white abstract painting

Bilinçaltı olarak Divan dili; Lacan ve Göstergeler

Vuslat gibi bir hayalin işleneceği bu makalede batı humanizminin temel bakış açısı olan bilinç, akıl ve irade üçgeninden bir okumaya niyetlenmediğim için, kimlik ve  eğilimler hakkında bilinçaltı üzerinden bir bakış açışı yakalamaya çalışacağım. Şüphesiz ki Hayali Bey’in çocukluk travmalarından ziyade, psikanalitik okumamın özünü oluştaracak şey, Lacan’ın öne sürdüğü bilinçaltının (unconscious) meydana geliş sürecinin “dil”in oluşuma paralel olması gerçeğidir. Divan şiirini başlı başına kendine has bir dil olarak düşündüğümüzde, bu dilin genel karakterlerinden biri sıkı sıkıya örgülenmiş ritmi ve mecaz,sembol ve ad aktarımları üzerine kurulu yapısı olacaktır. Aynı şekilde, Freud’a göre bilinçaltı iki ana aşamadan geçmektedir; yoğunlaşma(condensation) ve yer değiştirme (displacement). Bu iki evrenin birer dilbilimsel fenomen olduğu düşünülürse, divan şiirinin belirttiğimiz mecazi özelliği anlamın yoğunlaştırılmasına (condensation) ve ad aktarımı da anlamın yer değiştirip aktarılmasına (displacement) yol açmaktadır. Böylece,  dil ve bilinçaltının el ele yürüdüğü ya da birbirlerinden ayrılmadıklarının tam da bu noktada anlaşılmasıyla, divanın da bilinçaltını kendine özgü bir dille ve sembollerle dışa vuran bir varlık olarak ele alınması yerinde olacaktır.

Lacan yok yere aşık oluyor;  “öteki” ve “yokluk” üzerinden konumlanan aşıklık

  Hayali Bey Divanı’nda geçen vuslat fikrini analiz- ya da vuslat fikrine istinaden sentez,  veyahut her ikisi- ederken karşılaştığım ilk temel mesele, bu kelimenin kavuşma anlamını verse de divandaki çoğu beyitte hicran fikri ile neredeyse omuz omuza ya da el ele gitmesi, iç içe geçmesi ya da hicranın vuslata yeğlenmesi durumuydu. Anlamın bu şekilde kaygan olması, sabitlenememesi ya da çelişkili halde bulunması, Lacan ile yoluma devam etmem gerektiği fikrini verdi bana.  Saussure’nın bir dilde gösteren ve gösterilen olduğu fikrine Lacan’ın dilde sadece gösterenlerin olduğu çünkü bir gösterenin bir gerçeği tamamen işaret edemeyeceği düşüncesiyle karşı çıkması, Hayali bey divanındaki vuslat fikrinin bu şekilde çelişkili, gevşek ve merkezi bir anlama bağlılıktan çok uzak oluşunu açıklar nitelikteydi. Dahası ve belki de benim için en zihin açıcı olan tarafı ise, bilinçaltımızı oluşturan tutkuların, isteklerin ve imgelerin birer gösterge olarak dilde zuhur etmesi için, “başka bir gösterge olmadığı”  noktasıdır. Onu gösterge haline getiren şey, diğer gösterge olmamasıdır. Tam da bu noktada, vuslat fikrinin neden başlı başına sevgiliye kavuşmak şeklinde tezahür etmediği açık bir şekilde anlaşılmış olur. Çünkü sevgiliye âşık olma ve birlenme arzusunun, aşığın âşıklık kimliğini ortaya koyabilmesi için hicranda kalmak zorundadır.

Firak ateşi hakkı ümidüm oldur kim

Müyesser olmaya vaslun ölem gidem âşık G6-2 (s.228)

beyitinin açıkça temsil ettiği gibi sevgilinin, aşığın kimliğinden ayrı, “öteki” gösterge olarak uzakta durması, onun arzulanabilir hale gelmesi ve aşığın kendini âşık olarak tanımlayabilmesi için zaruridir. Âşık, sevgilinin kendisi olmadığı için âşıktır. Böylece âşık, sevgiliyle hem soyut hem de somut olarak birleşip,”o” haline gelmeyerek ayrılığı, benliğini koruyan bir kalkan olarak, kavuşmaya yeğlemektedir. Bu eğilim de divandaki çoğu beyitte geçen hicrana ve hicranın aşıklığa katkısı açısından vurgusuna;

Fürkatün andum dil i şeydaya düşdü ıztırab

Yad-ı  vaslunla yine divaneyi şad eyledüm

Ey hayali vuslat-ı dilber ne maksudum benum

Hamdülillah kendümi hicrana mutad eyledümG2-3 (s.271)

melâmet fikrine;

Vasl ile yar olmazuz hecrün kulu kurbanıyuz

Biz melamet ehliyüz na-kamlıkdur kamumuzG12-4 (s.200)

ve aşk acısından dolayı acı çekme durumunun olumlanmasına;

Ergürmege firak şebin subh-u vuslata

Peykan ı tirün oldu bana şule-dar şem G2-3 (s.220)

temel bir sebep oluşturur niteliktedir.

Lacan aşk acısıyla olgunlaşırsa; Aşığın geçtiği  merhaleler; Lacan ve real, the imaginary ve symbolic

Vuslatın aşıklık hali için yokluk üzerinden verilmesinin,  ötekinin yaratılması yoluyla ortaya çıkan ulaşılmazlık halinin verdiği yokluk ve eksliklik hissiyle aşıklık kimliğini oluşturduğunu belirttikten sonra, hicran yani ayrılığın getirdiği “yokluk” fikrinin beyitlere bu şekilde yansımasının ikinci sebebi üzerinde durmaya çalışacağım. Lacan’a ve Freud’a göre, bir bebeğin yetişkin bir kimliğe ulaşabilmesi ve olgunlaşması için (ki aşığın vuslata erişebilmesi için olgun hale gelme gerekliliği fikrini hatırlatır) “real”,  “the Imaginary” ve “the symbolic” olmak üzere üç ana merhaleden geçmesi gerekir. Yokluk halinin aşık kimliğini oluşturma fikrinin çekirdekleri “real” aşamasındadır. Bu aşamada bebek, annesiyle mükemmel bir birlik içindedir. Yani “vuslatın” vücuda gelmiş şekli, bu aşamada tamlık ve bütünlük hisleriyle mümkün olmuştur. Hiçbir şekilde eksiklik hissinin olmadığı bu durumda, dilin de henüz kullanılmaması tesadüfî değildir. Lacan’a göre, arzu edilen obje kaybedildiğinde kelimelere ihtiyaç duyulur. Burada, divan şiir dilinin bir beden ya da bilinçaltı gibi kullanıldığı düşünülürse, sevgilinin neden ulaşılamaz olarak konumlandırıldığı da aydınlanmış olur. Arzu ettiğiyle bütünlük haline ulaşamayan şair, bu eksikliği dil ve kelimeler yoluyla dışa vurmuş ve böylece divanlar vücuda gelmiştir. Sonuç olarak Hayali divanında işlenen vuslat düşüncesinin yanı başındaki hicran, firkat, firak kelimeleriyle sembolize edilen “eksiklik” hissi, anneden ve herşeyin bir olduğu o âlemden ayrılan çocuğun tecrübe ettiği kaybetme durumuyla “olgunlaşması”ndan başka bir şey değildir. Bir kez anne vücudundan, doğal olandan yani “real” konumundan ayrıldıktan sonra, bir daha geri dönüş yoktur.  Buradaki olgunlaşmanın, arzulanan ve ulaşılamaz olan “öteki” durumundaki sevgilinin (ki bu çocuğunun hayatındaki en önemli öteki olarak annedir fakat baba tarafından hadım edilme korkusuyla bu arzu muhakkak anneden sevgiliye projekte edilmiştir)  âşıklık kimliğine işaret ettiğini bir kez daha belirtmekte yarar vardır. Dahası, geri dönüşü olmayan bir birlik için çırpınan ama bilinçdışı olarak geriye dönemeyeceğinin bilinciyle “symbolic” alanda ayrılığa tutunmaya çalışan bir âşıklığa işaret ettiğini tüm bu bilgiler ışığında görmüş oluruz. Aşık artık dilin alanına girmiş, derdini anlatmaya başlamıştır. Çünkü kaybettiği birliğe benzer bir bütünlük durumunu,  sembolik alanda kültüre konuşan bir birey olarak dâhil olan aşık, etrafına kelimeleri demirleyen dilin merkezinde bulmuştur.

Lacan ve Freud âşık olursa; psikanalitik açıdan Hayali Bey divanınındaki vuslat fikrinin incelenmesi

Peygamber Kıssaları ve Mitolojik Karakterler İzleğinde Vuslat

G18-2 (s.307)     Vuslat-ı Leylayi Mecnun neylesün çün buldu kam

                              Vech-i Leyladan tecelli eyleyen envardan

Leyla’ya kavuşmayı neylesin Mecnun, Leyla’dan tecelli eyleyen nurların tadını almışken ayrılığında?

Bu beyitte ilk bakışta dikkatimi çeken “tecelli” kelimesinden analize başlayacak olursam, tecelli etmek genel itibariyle tasavvuf terminolojisinde çok sık kullanılan bir kelime olmakla birlikte, Allah’ın güzelliğinin yarattıklarında zuhur etmesi anlamını verir. Çünkü mistik inanca göre, her yaratılan yaratıcının nurunu içinde taşımakta ve O’na, varlık âlemine tekrar dönebilmek için kalbinde iştiyak taşımaktadır. Bu eğilim evrenseldir. Kesretten varlığa, parçalanmışlıktan bütüne varma eğilimi. Makalenin giriş kısmında belirttiğimiz insanın “real” durumuna, yani anne ile yakaladığı bütünlüğe dönme isteğinin bir yansımasını bu tasavvufi eğilimde yakalamak mümkündür. Mistik inançta Allah’ın nuru olarak verilen bu birlik halinin tezahürü, divan edebiyatında aya ve güneşe benzemesi ve parlaklığı itibariyle sevgilinin yüzüyle sembolize edilmektedir. İnsanın bilhassa psikolojik olarak aydınlığa duyduğu arzu, iştiyak ve yakınlık aşığın sevgiliye olan eğilimini gösterir niteliktedir. Bu beyitte de ilk olarak mistik bir okuma yapacak olursak, Leyla’nın mecazi ve dünyevi aşkının ilahi aşka bir köprü işlevi görmesi, sevgilinin yokluğunda çekilen acıyla birlikte aşığın hamlıktan olgunluğa geçmesi (annenin öteki olduğunun farkına varan çocuğun yaşadığı travma ve ayrılık hissiyle birlikte bir birey olmasına istinaden), benliğini ızdırap ateşinde yok etmesiyle Allah’ın kemaline, nur şeklinde vasıl olur. Yukarıdaki beyitte de âşık kavuşmayı amaçlamamaktadır şayet o, Leyla’nın maddi olarak varlığından değil, varlığından ya da özel olarak yüzünden tecelli eden Allah aşkından tat almaktadır. Sevgilinin yüzü, Allah’ın tecelligahıdır ne de olsa. Psikanalitik olarak da bu fikri destekleyecek olursak, Leyla’dan ayrılarak (anneden, arzu nesnesinden ayrılarak) Leyla’yı “öteki” gösterge olan ötekilemiş ve kendi kimliğini bu öteki imajının üzerine projekte etmiştir. Çünkü aşık, hicranda aşıklık kimliğini oluşturmakta ve koruyabilmektedir. The Imaginary aşamasında aynaya bakan çocuğun yansımasıyla öteki insanları karşılaştırarak bir “benlik” ve “ego” bilinci oluşturması ve anneden ayrı olduğunu idrak etmesine istinaden, tecelli kelimesinin yansıma anlamına dayanarak, aşığın sevgiliden tecelli eden nuru, aşığın kendisini “ben” olarak algıladığı yansımasından başka bir şey değildir. Aynadaki yansımasından tat alır, çünkü âşıklık sıfatını güçlendiren bir ayrılık vurgusunu içerir ayna; ötekileri daha da kendinden ayıran “ben”i yaratarak.

G83-2(s.384)  Visali hanına Şirinün oldu gam yemesün 

                           Demi ile dide-i Ferhad lale-gün kase 

-Şirin’in sofrasına kavuştu Ferhad’ın gözleri lale rengi kâseleriyle, artık üzülmesin dertlenmesin.

Ferhat ve Şirin hikayesi,  iki kahraman arasında vuslatın gerçekleşmemesi açısından psikanalitik yorumlamamızın, kaybetme ve yokluk aracılığıyla konuşan birey haline gelme ve kimlik kazanma bağlamında değerlidir. Beyitteki sofra ve sofraya istinaden kâse hayali de, vuslat bağlamında nimetlerin toplandığı ve genellikle aşıkların bu nimetlerden yoksun kalmasına telmihen önemlidir. Şayet Ferhat bu örnekte sofraya kavuşmuştur. Lakin sofraya kavuşan Ferhat değil, Ferhat’ın gözlerinin ta kendisidir. Aşığın gözlerinin özellikle lale rengi, yani kırmızı olarak tanımlanması, üstüne üstlük lalenin ortasındaki siyahlıkla birlikte çekilen gamın ve acının verilmesi aşıklık hallerinin tasavvuru açısından vuslat fikrine dayanmaktadır. Öyle ki Şirin’in şirin olan, o tatlı dudaklarının kırmızılığını yansıtan, karşılığında aşığın kırmızıya boyanmış gözleridir. Dudağın birliğin mekanı olması açısından varılacak son yer olması itibariyle vuslat için merkezi konumda olduğu bir gerçektir. Birlik haline dönmek için bu dudaklarla birleşmek isteyen aşığın, gönüle, sevgilinin mekanına yol olan gözlerinden kırmızı yaşlar dökmesi ve aşığın ağlamaktan gözlerinin çanağa dönmesi, anne ile olan birlik durumuna ve arzulanan nesneye ulaşamamanın verdiği travmatik durumun dışa vurumlarıdır. Aşığın üzülmesine, dertlenmesine gerek kalmamıştır. Çünkü, bu ayrılık sayesinde, arzu ettiği öteki üzerinden bir kez daha aşıklığını vurgulamıştır.

Pazar ve Alışveriş İzleğinde Vuslat

K14-22 (s.44) Bana vaslun metaın satmag içn nakd-i can aldı

                         Ser-i zülfün nigara kimden ögrendi bu dolanı

-Ey resim gibi çizilmiş, put gibi güzel olan sevgili! Zülfünün ucu benden kavuşma karşılığında canımı aldı, kimden öğrendi bu hile, dolanı?

Bu beyitteki söylemin, zülf ve aşık üzerindeki etkileri üzerine kurgulandığı düşünülürse ilk etapta zülfün neyi sembolize ettiğini anlamakta fayda olacaktır. Şayet sevgilinin saçı siyah ve karışık olması itibariyle kesreti ve ayrılığı sembolize etmektedir. Dahası, beyitte ifade edilen zülfün ucu genelde kıvrık olduğu için aşıkların gönlüne takılır ve bu çengelle gönülleri kendisine çeker. Can alma meselesine istinaden, saç aşıkların boynuna dolanır ve onların dar ağacına çekmek surette asılmasına sebep olur. Bu yüzden, kesreti işaretleyen saçların örttüğü (nigara kelimesinin put anlamı bize kafirlik fikrini vermek, kafirlik fikrinin verdiği gizleme ve örtme anlamlarıyla birlikte saçın gizleme işlevi güçlenmektedir) muhtemel olan, birliğin ve tecellinin mekanı olan o yüzü görmek imkansızdır ki saç birliği vuslat için aşığa koşullar koymakta, ondan en değerli varlığını talep etmekte, canını almaktadır ki yüzü daha fazla gizlemesin karanlığında. Saçın bu hilekarlığını ve kurnaz tüccarlığını,  büyücü olması meselesine de bağlamak mümkündür.  Her ne olursa olsun, aşığın vuslata ulaşmasının tek yolu, canını vermesidir. Yani  anneye/arzu edilene/ötekiye ulaşma yolu, baba figürüne/dile/kurallara karşı çıkıp hadım olmaktan geçer. Bu beyitte hadım olma fikri, aşığın ölümüyle verilmiştir. Nasıl ki birlik mekanı olan dudağın özelliği can alıp vermesidir, aynı şekilde vuslata kavuşmanın iki yolu vardır; ya doğduğun yere dönmek, ya da hadım olarak hiçliğe, parçalanmışlığın ve kayıpların olmadığı o mutlak duruma geçmektir. Vuslatın imkanlılığı, yaşamda gerçekleşmesinin imkansızlığına bağlıdır. Ölüm de bir çeşit hicrandır ve hicran da, belirtildiği üzre, aşığı aşık yapan yegane koşullardan biridir.

M5-2 (s.72) Vuslatı hicrana satdum aldılar ikrarumı

                     Deyr-i aşkun rahibi idüm kesdiler zünnarımı

-Kavuşmayı ayrılığa sattım, aldılar onayımı. Aşk manastırının rahibiyken kestiler zünnarımı.

Bu beyitte, öncekilerde de sıklıkla vurguladığımız hicranın vuslata yeğ tutulması ve değiş tokuş edilmesi bağlamında, dikkate değer olacak bir iki noktaya değinmek yerinde olacaktır. Söylemde geçen aşk kilisesi, rahiplik ve zünnar imgelemleri, psikanalitik açıdan verdiğimiz unsurları örneklemeleri açısından kayda değerdir. Şöyle ki, hristiyanlık bir müslüman bakış açısına göre “ötekidir”. Kendini var etmek için, belli bir diyalektik içinde ikili karşıtlık olarak hristiyanlığın kullanılması bilinçaltının işlevlerinden bir tanesidir. Ayrıca, önceden aşk kilisesinin rahibi olma durumu şüphesiz, vuslat anlarına gönderme yapmaktadır, yani “real” aşamasında olan anne çocuğun birliğine. Fakat bu vuslat hicrana, yani “ben” kimliğini kazanma pahasına satılmış ve rahibin kuşağı kesilmiştir. Bu kuşağın kesilmesini, bebeğin anne ile birliğini sağlayan göbek bağının kesilmesi olarak yorumlamak, taşların yerine oturmasını sağlayacaktır. Göbek bağı kesilen bebek, hicranda kalarak, vuslatından geri gelmeyecek şekilde vazgeçmiştir. Alma, verme ve değiş tokuş meselesi de , vuslat ve hicranın yan yana durması, birbirlerinin varlıklarını gerektirmeleri ve bir madalyonun iki yüzü olmaları açısından, şiirin merkezi izleğine uygun düşmektedir.

Zülf İzleğinde Vuslat

G19-4 (s.307) Zülfünün kaçma belasından dilersen vasl-ı yar

                         Aklını bimar edübdür genc-i bimar isteyen

-Eğer sevgiliye kavuşmak istiyorsan, saçının belasından kaçma. Hastalık hazinesi isteyen, aklını hasta eder.

Sevgilinin saçının, renk ve şekil itibariyle kesrete, can almaya, hileye ve büyüye delalet ettiğinden bahsetmiştik. Böylesine bir kesret sembolünün, ilk satırda sevgili ile kavuşma fikri ile yan yana verilmesi, şüphesiz vuslat-hicran birlikteliğinin ve gerekliliğinin bir tezahürüdür. Kesrete atılmadan aşık, aşık olmaz ki vaslını dileyebilsin. Ayrılığın verdiği acıyla kendini tanımanın yanı sıra,  aşığın aşıklık gereklerinden biri de aklını feda etmesidir. Çünkü aklı olanın kendini ateşe atmayacağı, hadım olmayı göze alamayacağı, birliğe tekrar dönemeyeceğini bile bile onu arzulamayı devam etmeyeceği açıktır. Akıl, iradedir. İrade ise bilinçaltının olduğu yerde geçersiz kalır. Aşığın aşıklık halinin bilinçaltından gelen birliğe dönme arzusu olduğu varsayılırsa, iradesinin ve aklının ona yolda engeller çıkarabileceği görülebilir. Bu yüzden “hastalık hazinesi”  isteyen, hastalıkla, bu arayışın verdiği ızdırabın etkileriyle barışık olmalı, nasıl hicranı vuslata yeğ tuttuysa, hastalığı da sağlığın önüne geçirebilmelidir.  Vuslatın hazine olarak ele alınması, eğer imgesel bir bakış açısı kullanacak olursak, anne rahminin değeri, elde edilmek istenmesi, “kutuda” (womb)  saklanması itibariyle içeriğe uygun düşecektir.

Hristiyanlık ve İslamiyet; Dinler İzleğinde Vuslat

G15-3 (s.266) Kafirem ger arzu eylerse bir gün vuslatın

                         Yardan aşık heman naz-ü itab ister gönül

Kafir sevgilim eğer kavuşmayı arzu eylerse bir gün, ondan aşığın gönlü hemen naz ve azarlama ister.

Bu beyit, herhalde, acı, ızdırap, hicran ve yokluk fikriyle aşıklığını vurgulayan aşık örneğinin güzel bir temsilidir. Şayet sevgili ile buluşma durumunda bile ondan azarlama işitme isteği ve sevgiliyi kafir yani “öteki” olarak konumlandırma eğilimi, ayna aşamasından sonra kendini anneden ayıran, aynadaki görüntüyle kendini özdeşleştiren ve ayrı bir kimlik kazanan çocuğun acılı geçiş aşamasını yansıtır. Azarlama olmak zorundadır, çünkü kopmanın verdiği acıyı yaşamadan, kültürel alana ve gerçekliğe bir birey olarak geçiş imkansızdır. Bu bağlamda kültürel alana geçmek, aşığın aşıklık alanına adım atması anlamına gelmektedir. Aşığın aşıklığı, yine sevgili olmamasına, sevgiliye karışmamasına, ona sahip olmamasına koşulludur sonuç olarak.

Şarap ve Meclis; Yeme-içme bağlamında Vuslat

G61-1 (s.373) Dedüm dildara bezm-i vuslata var ahd ü-peymana

                        Dedi kim kase-i serden gerek ol bezme peymane

Sevgiliye dedim ki: kavuşma meclisine var yemin ve ant iç, dedi ki bana, başının kasesinden kadeh gerek o meclise.

Öncelikle şarap ve kadehin vuslat bağlamında açıklamasını yapacak olursak, kadeh sevgilinin dudağıyla özdeşleştirilir ki dudak birliğin/hiçliğin mekanıdır. Şarap da kırmızı rengi itibariyle, sevgilinin aşıkta yarattığı halleri ve aşkın sarhoşluğunu yansıtması açısından birlik yolunda verilen mücadeleyi gözler önüne seren temel imgelerden biridir. Ayrıca çoğu beyitte meclislerde sevgili saki olup herkese şarap dağıtırken, sofraya oturduklarında yaptığı gibi sevgiliyi es geçer, böylece ona hicran “şansını” ve aşıklık kimliğini gerçekleştirme şansını vermiş olur. Yukarıdaki örnekte ise, daha çok kendini feda etme/kurban olma bağlamında kurulmuştur vuslat. Vuslat meclisine kabul görmenin yolu, dilin ürünleri olan yemin ve anttan geçmez. Şayet yeminler dilin ürünüdür ve dil de “real” aşamasından sonra kurulmuş, yokluk durumunda ihtiyacın belirtilmesi için ortaya çıkmış bir yapıdır, birlik aşamasında yoktur, doğal değildir. Hal böyle olunca, eksikliğin olmadığı  o vuslat anında dilin olması imkansızdır. Bunun yerine bu meclise kabul görmek, başını vermekten geçer. Psikanalitik yorumun uzantısı olarak başın “aklı” ve “iradeyi” temsil ettiği düşünülürse, aşığın şartlarından birini, yani aklını kaybetmeyi ve hadım olmayı göze alma cesaretini gösterebilmek için “başın” verilmesi gerekir. Bu başın kadeh olarak kullanılması meselesi ise açıkça göstermektedir ki aklın boşalttığı yer yani hiçlik/kesret/hicran şarapla yani aşkla ve sarhoşlukla doldurulacaktır. Hicranın yok etmesinin sebebi aşka yer açmaktır. Neyin içinden aşığın nefesinin geçmesi için, şüphesiz içinin dağlanması, yakılması, yıkılması ve boşaltılması gerekmektedir.

Murabba-3 (s.76)  Kılmış idüm meclis i erbab-ı dilde kesb i hal

Mucib-i noksan imiş bildüm benüm şahum kemal

Dest-i sakiden gerekmez sagar-ı bezm-i visal

Bakduğumca nakş ı hicran gösterür her an bana

  • Gönül ehillerinin meclisinde hal edinmiştim, olgunluğum hiçliğe uymamdanmış bildim. Saki elinden kavuşma meclisinin kadehi gerekmez. Her bakış bana her an ayrılığın renklerini, hilelerini gösterir.

Şu ana kadar yapmaya çalıştığımız psikanalitik yorumlamanın belki de tüm özelliklerini tek bir vücudda toplamış bir beyitle karşı karşıyayız. Öncelikle Hayali Divanı’nında olabilecek mistik temayüller açısından burada geçen gönül ehilleri, fakr içinde yaşayan, hiçliğe ermiş insanlardır. Hiçliğe erebildikleri için içlerinde aşka yer vardır. Tıpkı kesilen başın kadeh olup şarapla dolması gibi. Bu açıdan bakıldığında, aşık böyle bir mecliste olgunluğunu ve aşıklığını varlıktan değil tam tersine noksanlıklardan ve hiçliklerden kazanmaktadır. Çünkü kaybederek ve hicranla aşıklık bilincini kazanabilmektedir. Şarap meclisinin imgeleriyle birlikte gelen sakinin yani sevgilinin elinden gelecek kadehi, dudakta birlenmeye işaret eden imgeye ihtiyacı yoktur, çünkü vuslatı düşünmemektedir, birliğe ererse, “sevgili” de olursa aşıklığını kaybedeceğini bilmektedir. Bunun adeta bir kanıtı olarak her baktığı yerde hicranı görmesi psikanalitik yorumda kullandığımız “the imaginary” safhasına istinaden dikkate değerdir. Çünkü “görme ve bakış” bağlamında çocuğun aynada kendini görmesi, anneyi bu şekilde ötekileştirmesi ve “ben”lik hissi yakalaması fikri dolayısıyla aşık da her “baktığı” yerde hicranı görerek, aynadaki yansımasını hicran olarak değerlendirmekte ve kendini hiçle ve hiçleşmeyle özdeşleştirerek aşıklığın en önemli vasıflarından birini kendine şiar edinir.

Pervane ve Şem İzleğinde Vuslat

G2-2 (s.219) Pervane şam-ı vasla budur talib olduğu

                      Gösterdi dost nakşını ayine-var şem

-Pervanenin talip olduğu kavuşma akşamıdır ki dost cismini ayna gibi parlak olan mum gösterdi.

Aşıklık vasıflarından birinin kendini/aklını/canını feda etmek ve hiçlikle kimliğini oluşturmak bağlamında ele alınan imgelerden biri de pervane ve şem ilişkisidir. Pervane şemin vuslatına ancak onun ateşinde yanarak vasıl olur. Yani hadım olarak/hiçleşerek/hicranda. Bu açıdan bakacak olursak, ayna sıfatına sahip olan mum, yanarak gönlündeki pası ve kiri silmiş, gönlünü masivadan ve sevgiliden başka herşeyden arındırmış olarak dostu yansıtma özelliğine sahip olur. Dost nakşını göstermesi bu bağlamda kıymetlidir çünkü üzerinde durduğumuz gibi aşık aynadan kendi imajını görerek aşıklığını bilir. Aslında bu, kesrete atılmak anlamına gelir çünkü birey olduğunu kabullenmiştir . Bu yüzden riskleri vardır, “ben” değil ama “benlik” düşüncesine kapılabilir. Bunu engelleyecek şey ise gönül aynasının lekesiz olmasıdır. Beyitte dosttan kast edilen sevgili ya da mistik açıdan bakılırsa Allah olabilir. Diğer bir önemli nokta ise vuslatın subh ile birlikte değil akşamla kullanılmasıdır ki bu başta tezat gibi görünse de vuslat için hicranın gerektiği temamızla doğrudan doğruya ilişkilenmektedir. Akşamın önemi, aşık için sevgilinin yüzünü ayna gibi mum vasıtasıyla görme imkanını yaratmasından dolayıdır. Karanlık, mumun parlaklığını, mumun parlaklığı da aynanın parlaklığını arttırmakta, aşık sevgilisinin yüzünü daha iyi temaşa eyleyip, akşamın gamında daha çok ah çekip, daha da aşık olabilmektedir.

Hazine ve Gevher İzleğinde Vuslat

G5-3(s.239)    Gevher-i vaslın bulam nagah Leylanun deyu

                         Necd dagı topragın Mecnun eke alub elek

                       Acı yaş dök ister isen bulmaga zevk-i visal

                      Lacerem lezzet-nüma olmaz ta am-ı bi-nemek

-Leyla’nın kavuşma cevherini hemen bulayım diye, Mecnun Nech dağının toprağını elek alıp eledi, kavuşmanın zevkini tatmak istersen acı gözyaşı dök, kuşkusuz tuzsuz yemek lezzetli olmaz.

Bu beyitte Mecnun’un bir aşıklık sıfatı olarak cevrü  cefaya tahammül meselesi, çöllere düşüp hayvanlarla birlikte bulunduğu Necd Dağının toprağını tek tek eleme sabrıyla örneklendirilmiştir. Bu sabrın üzerine, kavuşma zevki için gözyaşı dökme meselesi de, vuslat için hicran izleğinin bir uzantısıdır. Çünkü tuz olmadan ekmek lezzetli değildir. Tuzun iki farklı  kimyasal zehrin birleşmesiyle oluştuğunu düşünürsek, panzehrin bile zehir yolundan geçtiği düşüncesiyle aşığın çektiği acının onu aşık eylemesi ve olgunlaştırması gerçeğine bir kez daha varmış oluruz. Leyla’nın gevheri, daha önce de belirttiğim gibi onun rahmini temsil eden bir imge olabilir. Şayet aşık, sevgilisinde annesinde tattığı birlik ve güvenlik duygusunu tatmak istemekte ve rahme geri dönmek istemektedir. Bu surette toprağa gömülü gevheri bulmak, çok gerilerde kalmış o rahimi sıla olarak görme isteğini gerektirir.

Rakiplerin Gölgesinde Vuslat:

G118-5 (s.181) İtlerin yarun Hayali bus eder ruz-u visal

                         Eski adetdür kişi id olsa yaranı öper

Rakib imgesinin anlamlarına bakacak olursak genellikle kötü çağrışımlarla sunulan rakipler, beyitte geçtiği gibi it, köpek olarak da tabir edilebilir. Bu şekilde anılmalarının sebeplerinden en önemlisi, sevgilinin etrafından ayrılmamaları ve başkalarıyla vuslatı ihtimaline karşı onu korumalarıdır. Bu yüzden rakip, psikanalitik açıdan arzu edilene kavuşmayı imkansızlaştırması açısından, aşıklığı hiç olmadığı kadar törpüleyen ve bu kimliği aşığa hiç olmadığı kadar yerleştiren bir faktördür. Akşam nasıl mumun sevgilinin yüzünün görülmesini sağlıyorsa mum aracılığıyla, rakipler sayesinde de sevgili ile vuslata kavuşma fikri aşık tarafından düşünülmüş olur. Böylece vuslat fikrini ortaya koyan yine negatif bir imge olması itibariyle bu sefer hicrana özdeş olarak rakiptir. Bayramda adet olduğu üzre insanların birbirlerine sarılmaları, aşığa vuslat ümidi vermektedir. Sonuç olarak it ve id aşıkta vuslat ümidinin doğmasına vasıl olurlar.

Gözyaşı İzleğinde Vuslat:

G33-3 (s.253) Visalün zevkine hun-u cigerle çeşmüm olmuşdur

                          Safa bezminde her dem nüş olan cam-ı tarabdan yeg

– Eğlence meclisinde her an içilen şenlik kadehi gibi, sana kavuşmak için göz yaşım ciğerimin kanına boyanmıştır.

Gözün anlamı üzerinde düşünecek olursak göz, gönlün tecelligahıdır. Çünkü gözden giren, gönle iner.  Aşığın ciğeri kanıyorsa, bu göz yaşı aracılığıyla dışa vurulur. Dışa vurulan gözyaşları da gönlün yıkanmasına ve sevgiliye daha iyi meskenlik edebilmek için parlamasına vesile olur. Bu bağlamda yukarıdaki beyiti değerlendirecek olursak, kavuşma için yine ızdırap ve acı çekmenin gerekliliğine yapılan vurgudan sonra, “içilen kadeh” ile karşılaşmamız sevgilinin kırmızı dudaklarını ve oradaki birlik vaadini akla getirir. Sevgilinin vuslat ihtimalinin olduğu dudaklar kırmızıdır; böylece aşığın yaraları da, göz yaşları da kırmızıya boyanır da sevgilinin onda yarattığı halleri dışarı vurur. Hiç değilse renk anlamında bir vuslat sağlanmış olur. Dahası aşığın kurban  edilme meselesine istinaden aşığın kanının şarap olarak içilmesi Hz İsa’nın kanının şarap olarak içilmesi , etinin ekmek olarak yenmesi geleneğini akla getirir. Sonuç olarak aşığın sevgiliye kavuşması imkanı taşıyan yine ayrılığın getirdiği acıların yansımaları; kanlı gözyaşları ve dağlanmış bir cigerdir.

Bayram ve Sadaka İzleğinde Vuslat

G14-2 (s.397) Kase-i çeşmüm pür etdüm dane dane eşk ile

                          Yoluna işar içün id-i visalün sadgası

Göz kasemi doldurdum tane tane yaşımla, kavuşma bayramının sadakası için senin yoluna işaret olsun diye ey sevgili.

İlk bakışta Hansel ve Gratel masalını hatırlatan bu işaret bırakma meselesinde aşık için asıl olan kavuşma gününde sevgiliden sadaka alabilmektir. Sadaka da sevgilinin cömerliğini gösteren emareleden biri ya da bayramda gelenek icabı ona sarılması şeklinde düşünülebilir. Fakat burada önemli olan nokta yine şudur ki kavuşma bayramında sadakanın verilmesi için sevgiliye yol gösterecek olan şey aşığın döktüğü gözyaşlarıdır. Adeta somut hale gelen bu yaşlar, sevgiliye yol tabelası olup onun ne çektiğini gösterir niteliktedir. Sonuç olarak birleşmeyi sağlayacak olan yine aşığın aşıklık gereği çektiği acı ve onun yansımalarıdır.

Gül ve Bahçe İzleğinde Vuslat

G136-1 (s.190) Nigar gülşen-i hüsn içre gül budagıdur

                         Visali güllerini der gönül ki çagıdur

Sevgili güzellik bahçesi içinde gül budağıdır. Ey gönül, kavuşma güllerini der ki zamanıdır.

Gülün genel itibariyle sevgilinin yüzünü telmih ettiği ve sevgilinin yüzünün de birliği sembolize ettiği bağlamından hareketle, güllerin derilme toplanma vaktinin gelmesi ile birlikte kavuşma zamanının da geldiği anlatılmaktadır. Bu tipik gül derme ve vuslat izleğinden başka olarak güllerin bana hatırlattığı hadise Hz İbrahim’in atıldığı ateşin gül bahçesine dönüşmesidir. Buradan hareketle, aşığın çektiği acının, ızdırabın ve ayrılığın asıl ona gül bahçesi olduğu fikri, gül imgesiyle yan yana alınabilir. Fakat yukarıdaki beyitte bu hadiseye doğrudan bir gönderme olmamakla birlikte, gül sevgilinin birliğe delalet eden yüzünü göstermesi açısından vuslat bağlamında ele alınmıştır.

 Boy İzleğinde Vuslat

G4-4 (s.224) Çün elif kaddünle etdün kametüm ey serv lam

                       La deme billahi lutf et lama vasl olsun elif 

Elif gibi uzun ve dik boyunla beni lam gibi eğdirdin ey servi boylu sevgili/ Hayır deme bana billahi, lütfet de lam elife kavuşsun.

Lamelif harflerinin birleşimine bakacak olursak dikkatimizi çekecek olan ilk nokta elifin dikliğine karşın lam harfinin başının eğik olmasıdır. Şüphesiz bu durum sevgilinin güzelliiğinin yanında boynu bükülen aşığın ruh halinin bir yansımasıdır. Fakat psikanalitik analizde çokca geçen erkek şairin kalemini metaforik bir penis olarak kullanmasına istinaden, Hayali’nin bilinçaltı sevgiliyi dik ve uzun elif harfine benzeterek onu penis imgesi ile özdeşleştirmiş olabileceğinden, vaslı cinsel birleşme iması içermiş olabilir. Sonuçta “Symbolic” alana geçen erkek çocuğu annesi gibi üretemeyeceğini, çocuk doğuramayacağını öğrenmesi ve sonrasında annesindeki birlikten onu ötekileştirerek ayrılarak yaşadığı kimlik bunalımını, kültürün ona sunduğu “erkek olma” imgesi olarak “penis”iyle telafi etmeye çalışır. Bu bağlamda penis bir erkek için yaratıcı güçtür, kimliktir, “ben”dir, aynaya baktığında gözlerinin sabitlendiği noktadır. Aşıklığın bir özelliği olan aynada “ben”i görme durumunda, penisin de kavuşma bağlamında potansiyel bir rolü olabilir.

Tasavvufi temayüller; Aşk erenleri ve tesir meselesi

G26-2 (s.207) Nola himmet etseler yarun diyar-ı vuslatın

Biz de bu aşk erlerinden vilayet isterüz       

-Ne olur yarın senin kavuşma diyarına vesile olsalar o aşk erleri ki biz onlardan kefillik ve muhabbet isteriz.

Vuslatı mistik ve tasavvufi açıdan yorumlayacak olursak, “himmet” meselesi, şeyh-mürşid bağlamında ele alınır. Şayet aşk erleri ve şeyhler Allah’ın tecelli ettiği kimselerdir. Aşk erlerini sevmek, Allah’a kavuşmak demektir. Bu açıdan düşünülecek olursa yukarıdaki beyitte aşığın, aşk erlerinden kefillik istemesi, yare kavuşma yolunda onları araç olarak kullanabileceğini göstermektedir. Çünkü aşığın kendini tanımladığı ayna prensibine göre, Allah erenlerin yüzünde tecelli edebildiğine göre, sevgili de erenlerin yüzünde ya da yüzünden(sebebiyle) tecelli edebilir.

Mahrumiyet ve Hiçlik; abdallık, kurban olma ve melamet izleğinde Vuslat

G97-2 (s.170) Vuslatun cennatınun rahatleri alemlerin

                         Duzah-ı hirmanda nar olmuş azabiler bilür

-Bu cihanda sana kavuşmanın cennetinin rahatını, mahrumiyet cehenneminde yanan azabiler bilir.

Bu beyit, şu ana kadar açıklmaya çalıştığım Lacan’ın düşünce sistemindeki tüm psikanalitik kavramların temelini teşkil etmesi itibariyle, herşeyi özetlemekte ve sonuçlandırmaktadır. Vuslatına erebilenler ancak senin ayrılığını tatmış olanlardır. Çünkü vuslatına ermek iki farklı ölüm şeklinde mümkündür. Birincisi; yokluk aleminde aşıklık kimliğini güçlendirecek ızdıraplar üzerinden bir hayat sürerek, onları temel alan bir yaşam sürdürmek ikincisiyse, kısaca, ölmek; yani hiçbir göstergenin, dilin ve eksikliğin olmadığı toprağın rahminde bütünlenmek.  Yaşam süresince fiziksel olarak vuslatın  ise geçerli kılınması, aşığı aşıklığından uzaklaştırıp onu sevgili ile eş değer hale getireceği, kendini tanımladığı “ötekini” ni çözümleyeceği için bu yol aşığın amacına ters düşmektedir. Şayet kavuşma anında, kavuşmaya arzulanan arzu nesnesi yok olmaktadır. Böylece aşık, ölüm dışında manevi vuslatını kelimeler yoluyla gerçekleştirir, şiirler söyler.  Bu eğilimi açıklar nitelikte olan Fransız feminist Kristeva’nın “semiotic chora” kavramı, sembolikteki patriark dilin tersine, anne ile birlik durumuna istinaden kurallara uyulmak zorunda kalınmadığı, kültür ve dil baskısının olmadığı mutluluk durumudur. Bu durumun tezahürü, şiir dilinde de görülür. Çünkü metafor ve ad aktarımının (ki bunlar yoğunlaşma ve yerinden edilme gibi genetik programlamaların yansımasıdır)   merkezi şiirin ritimselliğidir. Böylece edebiyat, anne vücudunda semboliğin dışa vurumu haline gelmesidir.  Sonuç olarak anne karnındaki tekliğe,  şiirdeki semboller aracılığıyla ve ritimle sevgilinin vuslatını sağlama yoluyla ulaşır Hayali ve ayrılık temelindeki vuslatı hiç olmazsa edebiyat dilinde kendisine ve okuyucuya mutluluk ve haz vererek gerçekleşmiş olur. Tıpkı Barthes’in dediği gibi: “It is the very rhythm of what is read and what is not read that creates the pleasure of the great narratives.”


Yazar

Aslınur

Aslınur yazarak, çizerek, resmederek, çevirerek, manevi turlar ve online dersler tasarlayarak Anadolu hikmet kültürünü modern zamanlarda canlandırmaya gayret ediyor. Boğaziçi Üniversitesinde okuduğu İngiliz Edebiyatı ve Türk Edebiyatı bölümleri, doğu ve batı arasında köprü kurmasına yardımcı oldu. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesinde İslam edebiyatı bölümünde yaparken tasavvuf edebiyatında özellikle Hz Mevlana’nın Mesnevi’sinde derinleşme şansını yakaladı. Bu sayede, Anadolu hikmet geleneğinden gelen eserleri günümüz diline ve kültürüne çevirme tutkusunu keşfetti. Bu çevirinin, kolektif şifaya ve barışa olan katkısını daha yakından keşfetmeye başladı.

Güzelliği Paylaş

copyright – all rights reserved – Gizlilik Şartnamesi

web sitesi yapımı fromEssence.com

Global footer