Aslınur Hakkında


“Hepimiz gıpta ettiğimiz ve hayran olduğumuz kişilerden ve şeylerden müteşekkiliz”

Aslınur yazarak, çizerek, resmederek, çevirerek, manevi turlar ve online dersler tasarlayarak Anadolu hikmet kültürünü modern zamanlarda canlandırmaya gayret ediyor. Boğaziçi Üniversitesinde okuduğu İngiliz Edebiyatı ve Türk Edebiyatı bölümleri, doğu ve batı arasında köprü kurmasına yardımcı oldu. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesinde İslam edebiyatı bölümünde yaparken tasavvuf edebiyatında özellikle Hz Mevlana’nın Mesnevi’sinde derinleşme şansını yakaladı. Bu sayede, Anadolu hikmet geleneğinden gelen eserleri günümüz diline ve kültürüne çevirme tutkusunu keşfetti. Bu çevirinin, kolektif şifaya ve barışa olan katkısını daha yakından keşfetmeye başladı.

17. yüzyılda ortaya koyulmuş bir Mesnevi şerhinin ilk on sekiz beyitini Osmanlı Türkçe’sinden modern Türkçe’ye çevirdi. Neyin hikayesine odaklandı çünkü bu hikayenin çağımızın yalnızlığını, ayrılıklarını, parçalanmışlığını, birliğe ve sevgiye olan hasreti anlatan harika bir hikaye olduğunu fark etti. Bu çalışma, Mesnevi’nin Parlak Cevherleri adıyla H Yayınlarından çıktı.

Şu anda, modern zamanların insanlarına kişisel hayatlarında ayrılıktan birliğe doğru yapabilecekleri yolculuklarında rehberlik edecek “Yuvaya Dönüş” adlı kitabını yazıyor. Kitap projelerinin yanı sıra, tasavvuf kültürü eksenli podcastler yayınlıyor, makaleler yazıyor. 2021 yılında başlayacak ve online olarak sürecek 10 aylık tasavvuf kültürü derslerini hazırlıyor.

Aslınur, yıllardır çeşitli buluşmalar düzenliyor. Sadece kadınlar için yaptığı rehberlik çalışmaları da bulunuyor. Hz Fatıma’yı rahmaniyetin kaynağı olarak görüp ondan ilham alarak hazırlamaya niyet ettiği “Fatma Ananın Çeyizi” adlı marka, kutsal dişi prensiplerine göre ibadet ve kutlama objelerini içeriyor.


Çok sevdiğim bir dostum “Hepimiz gıpta ettiğimiz ve hayran olduğumuz kişilerden ve şeylerden müteşekkiliz” der. Aslınur’u anlatmak demek aslında Aslınur’un kime ve neye hayran olduğunu anlatmak demek hissiyatımca. Çünkü müstakil ve diğer varlıklardan ayrı bir ben olduğuna inanmıyorum. Hatta zannımca ben diye algıladığım şeyin bile aslında hakiki aslımın kıyısından köşesinden geçemeyeceğinin de farkına varmaya başladım. Bu yüzden “aslım” dediğim şeyi hele ki zaman içinde biriktirdiğim ve kazandığım etiketler, kimlikler ve statüler üzerinden tanımlamak ona haksızlık etmek gibi geliyor. Yani aslında aslımı anlatacağım diye onu perdelemiş olabiliyorum. Bu yüzden ortaya koyduğum bu iş, kendime dair anlatacağım kimliklerin ürünü değildir, olamaz. Bu eser ortaya çıkmak istemiş ve beni de aracı olarak kendine seçmiştir. Bu yüzden biyografimin ortaya çıkan işe olumlu ya da olumsuz şekilde gölge etmesini istemem. Okuyucu onunla saf bir yerden karşılaşsın.

Yine aynı dostum bir gün “Sakın aslım nur diye bu ismi kendi üzerine alma keza herkesin aslı nur, bu sadece sana ait bir isim değil!” demişti. Madem hepimizin aslı nur ve aynı nefes ruhumuza üflendi, o zaman beni diğer varlıklardan doğam itibari ile farklı kılan hiçbir şey yok. Sadece bu nuru nasıl yaşıyorum, nasıl ifade ediyorum, onu nasıl yeryüzünde temsil ediyorum ve bedenliyorum sorularının cevapları bizi görünürde farklılaştıran şeyler. Kutsal kendini mertebe mertebe ortaya koyuyor ve sende bende onda tecelliler açısından çeşitlilik vücuda geliyor.

Bana bahşedilen nuru bu hayatta yaşama şeklimi cezbolunduğum unsurlar belirliyor. Eğer bir şey beni cezbediyorsa demek ki onun cinsi benim cinsimi çekiyor, Mevlana Hazretlerinin de dediği gibi. Aslınur’u anlatmak için beni cezbeden şeyleri anlatmam lazım size.

Çocukluğumdan beri kutsal ve kadim olana inanılmaz bir düşkünlüğüm var.  Kutsal olanla da ilk kez çok küçük yaşlarda, babamın Hakk’a yürümesiyle geriye bıraktığı tasavvuf kitapları ve yazıları üzerinden, okuma yazmayı bilmeden kalbi bir bağ kurmaya başladım. Mahallemizin çoğunluğu yaşlı ve dul kadınlardı. Onlarla akşamları mahallede sokak lambasının altına serdiğimiz halıların üzerinde oturup bir ters bir düz örgü örmekten, akşam simidini sıcağı sıcağına paylaşmaktan, dua meclislerine katılıp nohut taneleriyle tesbihat çekmekten, babamın yazdığı babaannemin bestelediği ilahilerle uykuya dalmaktan, evliya hikâyeleri dinlemekten, mezarlıklara gitmekten zevk alırdım. Kutsal, benim oyun parkımdı. Gün geldi, bana Kutsal’ı en yakından gösteren yakınlarıma duyduğum hayranlıkla şiirler yazmaya başladım. Edebiyat iç âlemimde bu şekilde açığa çıktı. Zaman geçtikçe güzel sözün ve sesin tesirine kapıldım ve yazmaya daha yoğun bir şekilde devam ettim.

İnsanın ilk nefes aldığı yer hamurunu mayalarmış. Ben de gözlerimi karlı bir güne gökte parlayan dolunaya ve Üsküdar’a açtım. Sonra çeşitli sebeplerle döndüğümüz ve atalarımızın ikamet ettiği, İzmir’in küçük bir ilçesinde büyüdüm. Yıllar sonra Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü nasip olunca çember tamamlandı, Üsküdar’da tekrar nefes almaya başladım. Bu kez aldığım nefes hem maddi hem de manevi olarak varlığımı beslemeye başladı. Keza Üsküdar, müptelası olduğum kadim ve kutsalın ana merkezlerinden biriydi. Lisans eğitimimin üçüncü senesinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile çift ana dal yapmak istedim. Aldığım Batı merkezli modern eğitimi, geleneksel olanla bir araya getirmek ve karşılaştırmalı bir bakış açısıyla öğrendiklerimi yine birlik potasında bütünlemek arzum vardı. Doğu ve Batı benim için birbirine köprülenmesi gereken iki güzel dünya idi. Bu vesileyle Osmanlıca öğrendim. Boğaziçi’nde geçen beş senenin ardından gönlüm, tebdil-i mekânda ferahlık var dedi ve yüksek lisans eğitimi için elimden tuttuğu gibi beni İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Türk İslam Edebiyatının kapısına bıraktı. Bu kapı bana bambaşka âlemlerin anahtarlarını sunacaktı.

Söyleşinin Devamı İçin tıklayınız.

Aslınur’un yazılarına göz atmak için tıklayınız

Güzelliği Paylaş

copyright – all rights reserved – Gizlilik Şartnamesi

web sitesi yapımı fromEssence.com

Global footer